YAZILARIM

EĞRİ OTURSAK DA DOĞRULARI KONUŞALIM                               

Sevgili okuyucular,

Ülkemiz yerli ve yabancılardan oluşan bir takım ihanet gruplarının istilasına uğramış durumda. Ulusal birlik ve beraberliğimizi bozacak etnik ayrımların yapıldığı, yurttaşı olduğumuz Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni kuran Mustafa Kemal ATATÜRK ve arkadaşlarına saygısızlığın arttığı, dinin siyaset ve çıkar aracı olarak kullanıldığı bir devri yaşıyoruz.

Peki bu ihanet faaliyetlerine karşı çıkacak olan medyadaki yazar-bozalar, aydınlar, bilimadamları, güvenlik güçleri ve yasa yapımcıları ve de ülkeyi yönetenler neredeler?.

Kulakları duymuyor, gözleri görmüyor mu?

Bu gidişat iyi değil Türk milleti!.

……

Aydın ve bilim sınıfına dahil olanlar susuyor.

Halktan yana olması gereken medya organları gerçekleri yazmıyor.

Eğitim kurumlarında çocuklara, gençlere vatan, millet sevgisi gibi milli duygular aşılanmıyor.

İmam Hatip ve İlkokullarda  çocuklara gerici, bilimden uzak medrese eğitimi veriliyor.

Halk gerçekleri yansıtmayan gazete, radyo ve televizyon haberlerinden, sözde köşe yazarlarının, bilimadamlarının televizyon tartışmalarında bir yerlere yaranmak için yalakaca ileri sürdükleri fikir ve görüşlerinden tiksiniyor..



Rahmetli Devlet eski bakanlarından Kamran İnan’ın ifade ettiği gibi gerçekten dünyada içinden en çok ihanet, hain grupları çıkan bir devlet haline dönüştük. Bu gruplar;

-Keşke Yunan ordusu kazansaydı diyorlar.

-Laikliği dinsizlik olarak ifade ediyorlar.

-Mensubu olduğu milletini, soykırım yapmakla,Kürtleri öldürmekle,azınlıklara eziyet etmekle suçluyorlar.

-Dünyanın en saygın asker ve devlet adamı kabul edilen Atatürk’e, arkadaşlarına ve O’nun ilkelerine,inkilâplarına/devrimlerine karşı çıkıyorlar.

-Askerler kurdu diye bugünkü çağdaş, laik cumhuriyetimize karşı çıkıyorlar.”

AB-D’yi arkalarına alarak sığındıkları demokrasi, insan hakları,düşünce ve ifade özgürlüğü kavramlarını kullanarak kendilerine kalkan yapan bu ihanetçi/hain sözde aydın, bilimadamı, siyasetçi ve gazeteci sürüsüne neden göz yumuluyor o da ayrı bir muamma !

Yoksa Türkiye Cumhuriyeti rejimini,ülkesinin bölünmez bütünlüğünü korumakla görevli olan resmi kurumların mensupları derin uykudalar mı ?.

Bu ihanet/hain gruplarına  karşı alınacak tedbirler konusunda  bir uyarı yapmış ama unutanlar var.. İşte Atatürk’ün o uyarı sözleri ; …memleketin ve istikbalin içerden ve dışarıdan gelebilecek tehlikelere karşı masuniyeti için bütün milliyetçi ve laik cumhuriyetçi kuvvetlerin bir yerde toplanması lazımdır.. ….aynı cinsten olan kuvvetler müşterek gaye yolunda birleşmelidir.”

e-posta: hulusisenel@yahoo.com

……………………………………………………………………
SEVDİĞİM SÖZCÜK-

“Önemli olan, ülkeyi temelinden yıkan, milleti esir ettiren

iç cephenin-düşmanların susturulmasıdır “  ATATÜRK



*******





YABANCI ÜLKELERDEKİ TÜRK ÇOCUKLARI

ASİMİLE OLMA TEHLİKESİNDE



“ Düşünürler, “Bir milletin ana dili, o milletin kalbidir, beynidir… Dil, milletin fertlerini ve nesilleri birbirine bağlayan bir zincirdir. Bu zincirin halkalarında meydana gelebilecek kopukluklar, bugünü tarihten koparır “ derler..Ne kadar doğru bir tesbit değil mi?”

                                           …………………………………..

                                                                     

Sevgili okuyucular,

Düşünürler, “ Bir milletin ana dili, o milletin kalbidir, beynidir… Dil, milletin fertlerini ve nesilleri birbirine bağlayan bir zincirdir. Bu zincirin halkalarında meydana gelebilecek kopukluklar, bugünü tarihten koparır “ derler..Ne kadar doğru bir tesbit değil mi?

Daha önceleride bir kaç defa değindiğim bu konuya tekrar yani çocuklarımızın-gençlerimizin  anadillerini, kültür ve tarihlerini öğrenmeleri gerektiği konusuna değinmek istiyorum.

Siz, istediğiniz kadar, ‘ Eğitim dille yapılır. Dil, insanların ve milletlerin hayatında bir yaşam damarı varlık sebebimizdir ‘diye konuşun, yazın, çizin. Kimse duymuyor, ilgilenmiyor, tedbir alma yoluna gitmiyor. Bugün dış ülkelerdeki hatta Türkiye’deki çocuklarımızın-gençlerimizin içinde bulundukları en büyük sıkıntılarından biri, ana dilleri Türkçeyi, kültürümüzü ve tarihimizi doğru dürüst öğrenememeleri. Böyle olunca da asimile olmaları kolaylaşmakta.



Bu konu öyle geçiştirilecek bir konu değil. Hepimizin bildiği gibi Tükiye’nin önünde  bir Ermeni, Asuri-Süryani soykırımı, Kıbrıs, Ege denizi ve PKK gibi ciddi sorunlar var. Ve bunlar sık sık temcit pilavı gibi Türkiye’nin önüne konularak ülkemiz için tehlike arzedecek tavizler isteniyor.



Bu sorunlar adece dış temsilcileri ile  halletmek zor. Lobilere ihtiyaç var. Her yıl milyonlarca dolar verilerek bir-iki lobi kuruluşları ile bu sorunlar halledilemez. Türkiye’nin yapacağı şey, bugün Avrupa ülkelerinde, Amerika’da, Kanada’da ve Avustralya’da beş milyonu aşan yurttaşlarını özellikle gençlerimizin eğiterek güçlü bir lobi oluşturmak olmalı. Bu sorunları ancak bu şekilde halledebilir.

Bu önemli konuyu ihmale devam  edersek, aynı zamanda dış ülkelerdeki  çocuklarımız-gençlerimiz pek tabii ileri ki yıllarda öz kimliklerini kaybedecek ve zaman zaman “ Ben kimim “ diye kendi kendilerine soracaklar.



Yıllar önce Sydney’de katıldığım bir eğitim toplantısında Avustralyalı bir Eğitimci şöyle demişti :

“ Bu ülkede yetişen göçmen çocukları, hayâllerini bu ülkenin diliyle kurmalı.Ancak bu ülkede başarılı olabilmeleri için onlara ana dillerinide iyi öğretmeli. Aksi halde ana dilini öğrenemeyen çocuklar yaşadıkları ülkenin dilinide iyi öğrenemezler. ‘’

Yine Sydney’in Dulwich Hill semtinde Tuğçe Ülkü isimli  öğrencimizde bir toplantıda velilere  şöyle sesleniyordu;

–Sayın büyüklerimiz sizlere sesleniyorum.Ana dilimizi yani Türkçemizi iyi öğrenebilmemiz için bize yardımcı olun. Bizlerin anadilimizi öğrenmemizde aileye düşen görev büyüktür.Unutmayın, sizlerle, çocuklarınız arasındaki en önemli köprüde dildir.”



UTANILACAK BİR DURUM

Aşağıda okuyacağınız konu her ne  kadar eski olsa da önemine binaen bugünde, yarında güncelliğini korumakta ve koruyacakta..  Konu, bir televizyon muhabirinin yurt dışında yaşayan Türk gençleriyle yaptığı bir röportajda, gurbetçi gençlerin sorulara verdikleri şaşırtıcı cevaplar. Gençlerin cevapları, o proğramı izleyen benim gibi milyonlarca Türkü hayretler içinde bıraktı.

Örneğin,  gençlerden bazıları Türkiye Cumhuriyetinin başkenti olarak Ankara yerine Adana dedi.Mustafa Kemal Atatürk’ü tanımadıklarını,Türkiye Cumhuriyetini kimin kurduğunu ve ne zaman kurulduğunu bilemediler.

-19 Mayıs,30 Ağustos ve 23 Nisan size neleri hatırlatır “ sorusuna ise şu şekilde cevap verenler oldu;

-23 Nisan Çocuk bayramı ama neler oldu bilmiyoruz.”



Bu sırada gençlerden biri,

“yahu 19 Mayıs benim ablamın doğum günü “ der.

Şimdi soruyoruz ; Bu utanç kimlerin acaba ?



Gurbette yaşanan bu acı gerçekler karşısında ; ebeyven olarak ilgili ve yetkili  kişiler olarak, medya olarak tümümüze büyük görevler düştüğünün farkına varalım artık. Çocuklara-gençlera ‘ ağaç yaş iken eğilir ‘ ata sözü misali, dilimizi, kültürümüzü, tarihimizi, örf ve adetlerimizi öğretmede geç kalmamalıyız.Çünkü onlar Türkiye’nin geleceği, Türkiye’nin fahri elçileridir.



Devlet her yıl dış ülkelerde her semtte-mahallede açılan camilere Hoca-İmam, Eğitim Ataşesi gönderir ve bunlara her ay binlerce dolar maaş öder. Hoca’nın-İmam’ın görevi beş vakit namaz kıldırmak! Eğitim Ataşelerinin görevide bakanlığın gönderdiği broşürleri, kitapçıkları velilere, çocuklara dağıtmak!



Bana kalırsa yabancı ülkelerde Dinadamlarına, Eğitim Ataşelerine değil, Eğitim Uzmanlarına ve Milli Eğitim Bakanlığı’nın yurt dışındaki çocuklar için hazırlayacağı standart bir eğitim kitabına ihtiyaç var.  Eğitim uzmanları Türkçe kurslarında verilen eğitimi,  eğitim veren kişi-lerin kalitesini kontrol etmeli. Hoca-İmam gibi din görevlileride boş zamanlarında çocuklarımıza anadil Türkçeyi, kültürümüzü ve tarihimizi, yurttaşlık bilgilerini öğretmede katkıda bulunmalılar.



YABANCI ÜLKELERDEKİ  TÜRK GENÇLERİ SORUYOR,

“ BEN KİMİM – Who am I ? “

Gençlik bir toplumun geleceği olduğuna inanıyorsak, dış ülkelerdeki çocuklarımızla-gençlerimizle ilgili problemleri tesbit etmek, çareler aramakta görevimiz. Bu görev başta  ebeyvenler olmak üzere TC Devleti’ne, yabancı ülkelerdeki sivil toplum kuruluşlarımıza, aydınlarımıza düşüyor.



Avustralya’da Türklerin çoğunluk olduğu  Sydney’in Auburn belediye kütüphnesinde  Türkçe kitapları karıştırırken elime foto kopy tekniğiyle hazırlanmış “ Who am I – Ben Kimim ? “ adlı bir kitapcık geçti. Şöyle ayak üstü bir göz attığımda ilginç buldum ve hemen bir yere oturup dikkatle okudum. Kitapçığı Sydney’deki Türkiye  Üniversite Mezunları  Derneği hazırlamış. Kitapçıkta  Avustralyadaki Türk gençleri arasında “ Ben Kimim-Who am I ? “ konulu kompozisyon yarışması için gönderilen yazılar arasından seçilmiş olanlar yer alıyor.



Kompozisyon yazıları kitapçıkta bir kısmı Türkçe bir kısmı da İngilizce olarak yer alıyor. Çünkü gençlerin büyük bir kısmı Türkçeye hakim olmadığından yazılarını İngilizce (onuda İngilizce sayarsak tabii!) yazmış.

Gönül isterdi ki,hepsi Türkçe yazılmış olsun.. Kompozisyonların bir kısmı soruya cevap verecek nitelikte bile değil. Ancak, bazıları var ki, üzerinde durulması,düşünülmesi gerekiyor. Şimdi bu kompozisyon yazılarından bazı örnekleri, kısaltarak buraya aktaracağım ki, ebeyvenler, TC Devleti, aydınlar, öğretmenler ve ilgililer belki harekete geçerler;



Tolga ALTINIŞIK,

“…her zaman kendime sorular soruyorum.Her halde birşeylere akıl erdiriyor olmalıyım. Bizler ileride ne olacağız ?

1968 de gelen birinci nesil kendini ve benliğini koruyor. İkinci nesil ise yarı buralı, yarı Türkiyeli.Onlarda tam olarak kaybolmadı.Ama biz üçüncü nesil  tam olarak Avustralyalı mı olacağız ?

…Günün birinde bir Avustralyalı, bir İtalyan ya da başka milletten yapacağımız evlilik hayatımız olabilir.Çocuğumun kim olduğu sorulduğunda ben ne diyeceğim ? Günün birinde unuttuğum sülalemi ve soyumu çocuklarıma nasıl anlatacağım? “



Emine İNAL,

“…bu güzel ülkemiz Avustralya’da gençlik olarak birlik ve beraberlik içinde dil, ırk ve kültür farkı gözetmeden, büyük bir hoşgörü içinde,kişisel ve toplumsal dargınlıkları da kaldırarak yaşayacağımızın inancı içindeyim.

…..Yeter ki, anne ve babalarımız  bizlere doğru yolu göstersinler.Türk kökenli Avustralyalıyız ve bundan da gurur duyuyoruz.”



Ürün Toprakçı,

Öğretmeninin “ Sakın gitme, diren. Orada seni peçeye sokacaklar.O geri kalmış ülkeye geri gidilir mi ? dediğini anlatıyor. Daha sonra tekrar Avustralyaya döndüklerinde ‘ Ben Kimim ? ‘kompozisyon yazısında öğretmeninin o sözlerine tepkisini şöyle gösteriyor  ;“….iki yüzyıllık değil, binlerce yıllık medeniyetin, Osmanlının, çağdaş Atatürk Cumhuriyetinin, anadolu toprağının ürünüyüm ben,‘’



Filiz TOSUN ,

“…Avustralya da yaşayan bir Türk genci olmanın en zor yönü, iki kültür arasında yaşamak zorunluğudur.  Avustralyada yaşamak,yaşamın her alanında Batının kültürüyle bütünleşmek demektir.Bunun yanında Türk kültürünü yaşamak zorunluğunu da eklediğinizde, kendinizi sürekli olarak iki ayrı yöne çekilen bir insan olarak düşünüyorsunuz. Ben Avustralyada doğmuş ve burada yetişmiş bir Türk kızıyım.Avustralya kültürünün iyi taraflarını benimserken,kendi kültürümle de bağlarımı koparmıyorum.

…. Ama bir çok Türk genci kendi kültüründen koparak,tamamen Avustralyalılaşmaya başladı.Bu da beni korkutmaktadır. Çünkü Türk gençlerinin kültürünü kaybetmekle çok önemli olan Türk kimliğini de kaybettiklerine inanıyorum.Avustralyada yaşayan bir Türk genci olarak,kaybolmamamız için dilimize,kültürümüze sıkıca sarılmalıyız.Eğer biri karşımıza çıkar da ‘Sen kimsin ?’ diye sorma cesareti gösterirse,hiç tereddüt etmeden ‘ben Türküm ‘diyebilmeliyiz.”



Özlem YORMAZ,

“… O gün benim için iyi mi ya da kötümü olduğuna akıl erdiremediğim fakat etrafımdaki herkesin ‘Allah’ın şanslı kulları’ diye nitelendirdiği bizlere Ankara’dan  nihayet haber gelmişti.Annem ve babam mutluydu.Onlar vatan için canlarını seve seve  verebilirlerdi. Fakat artık dayanacak güçleri kalmamıştı. İkisi de çaresiz vatandan ayrılmanın hepimiz için kurtuluş olduğuna inanmışlardı.

Çünkü Türkiyede yaşama koşulları günden güne zorlaşıyordu.Tek şans okyanusların ortasında, bize en zor zamanımızda elini uzatan Avustralya idi. Benim seçenek yapmam olanaksızdı.Çünkü bir yanda havasıyla,suyuyla bana can katan Türkiye’m, öte yanda anneme,babama iş ve gelecek garantisi veren Avustralya vardı.

Sabah güneş doğarken Sydney havaalanına inmiştik.Sanki bugün güneş bizim için doğmuştu.Mutluluk, sevinç, özlem,üzüntü ve bu arada yavaş yavaş içimde filizlenmeye başlayan hasretlik vardı!.”

Özlem Yormaz yazısının sonuna eklediği dizelerinin şu iki satırı ise dikkat çekici idi bence ;

Alın götürün beni vatana

Orada gömün beni dostlar…



Who am I – Ben Kimim ? adlı kitapçıkta düşüncelerini, duygularını yazan gençler, bugün  çoluk-çocuk  sahibi oldular. Merakım ise, yaşadıklarını örnek alarak acaba çocuklarına anadillerini, kültürlerini ve tarihlerini öğretme konusunda bir gayret gösterdiler mi?

Gençlerle ilgili sorunlar, toplantılarda, kahve ve cami köşelerinde konuşulur ama alınması gereken tedbirler konusunda kimse poposunu kaldırıp harekete geçmez.Bu konuda çok yazdım, TRT’de dile getirdim, baı yetkililere ilettim ama sonuç boş…

Ne demiş Fuzuli ;



Söylesem  tesiri olmuyor,

Sussam gönlüm razı olmuyor “

Benimde bu konuda susmaya gönlüm razı olmuyor..



e-posta: hulusisenel@yahoo.com



********

CUMHURİYETİN AMACI;

HALKIMIZI ÇAĞA UYGUN UYGAR

BİR TOPLUM HALİNE GETİRMEKTİR.

Sevgili okuyucular,

ATATÜRK, “ Yaptığımız ve yapmakta olduğumuz inkılâpların-devrimlerin amacı, Türkiye Cumhuriyeti halkını tamamen çağımıza uygun ve bütün manâ ve biçimiyle uygar bir toplum haline getirmektir “ der.

Ancak Atatürk’ün bu amacını-arzusunu yerine getirmek yani Türk  milletinin uygar-çağdaş toplum haline gelmesi için o ülke aydınlarına büyük görevler düştüğü de bir gerçek. Ama gel gelelim ki, ülkemizde kendilerini aydın sananların bir bölümü, milletine ve ülkesine ihanet eden, karanlık işlerle uğraşan, batı işbirlikçisi hainler grubu !..

Bu hainler grubunun bir kısmı ABD, bir kısmı AB ve bir kısmı da  İran, Suudi beslemeleridir. Bu beslemeler yani işbirlikçi hainler; Batılıların Lozan yerine Sevr’i  geri getirme, Humeynici ve Suudicilerde Atatürk’ü inkâr ve O’nun kurduğu Laik cumhuriyet rejimini yıkma amaçlarına hizmet etmekteler.

………

Yargıtay eski Başsavcısı Vural Savaş Sydney Alevi Kültür Merkezinin davetlisi olarak Avustralya’ya gelmiş ve bir  sohbet toplantısı yapmıştı. Bende o sıralar Sydney’de olduğum için bu toplantıya katılmıştım. Bilindiği gibi Vural Savaş, yazdığı kitaplarıyla, makaleleriyle, konferanslarıyla Atatürkçülüğü en çok savunan ve Türkiye üzerinde oynanan tehlikeli oyunları açıklayıp, halkımızı aydınlatmaya ve bu arada uyuyanları da uyandırmaya çalışan yurtsever bir aydınımız ve hukukçumuz.

Vuran Savaş Sydney’deki bu sohbet toplantsında, Osmanlı’dan ( Cumhuriyet devri dahil )  bu yana, Türkiye üzerinde oynanan tehlikeli oyunları anlattı Osmanlı zamanında  Türk  kimliğine sahip çıkmanın ,savunmanın bir aşağılama olduğunu, aynı durumun bugünde yaşandığını, Türküm yerine Türkiyeliyim dedirtilmeye çalışıldığını söyledi ve

“ Türk milleti etnik kimliklere, mezheplere  bölünerek Türk birlik ve beraberliği parçalanmak isteniyor “dedi.

Türk kimliği üzerinde oynanan oyunlarla ilgili olarak Ziya Gökalp’ten örnekler de veren Savaş, Osmanlı zamanında yönetimde olan bir grubunun, Osmanlı devleti ibaresine Türk kimliğinin eklenmesine, halka Türk halkı demenin aşağılanma ve suç olduğunu anlattı. Son yıllarda ülkemizde laikliğin yok edilerek Humeyni, Suudi gibi gerici-yobaz bir sistemin ön plana çıkarılmak istendiğini, bu gericiliğin artması ile tehlikelerin de arttığına dikkat çekti.

Avrupa Birliği’ni iki yüzlü, soysuzlar grubu olarak ifade eden Savaş, bu birliğin Türkiye’yi parçalamak için elinden ne geliyorsa onu yaptığını, para gücüyle içimizden satın aldıkları işbirlikçi-komisyoncularla beraber çalıştığını hatta el altından da PKK terör örgütünü desteklediğini söyledi.



Daha sonra “ Bugün iktidar dahil çok sayıda kimse bilerek veya bilmeyerek AB üyeliğini savunuyorlar. Halbuki AB’nin üyelik için Türkiye’nin önüne sürdüğü gizli  şartları, tuzakları inceleseler, bilseler Türkiye’ye karşı kurulan tuzakları daha iyi anlayacaklar ve karşı çıkacaklar “ diyen Savaş, ülkesini ve milletini sevenlerin,  Atatürkçülerin-Kemalistlerin AB üyeliğinin karşısında olmalarını istedi ve kendisinin de sonuna kadar mücadele edeceğini ifade etti..

……

Sevgili okuyucular,

Büyün önder ve devlet adamı Atatürk’ün , Türk milleti olarak başarılı olmamız için bizlere nasıl hareket etmemiz gerektiğini tavsiye eden şu sözlerini herkesin dikkatle okumasını istiyorum;

“ Bir milletin başarısı, mutlaka bütün milli güçlerin bir istikamette oluşmasıyla mümkündür. Bu nedenle bilelim ki, elde ettiğimiz başarı, milletin güç birliği etmesinden, ortak hareket etmesinden ileri gelmiştir. Eğer aynı başarı ve zaferleri gelecekte de tekrarlamak istiyorsak, ayni esasa dayanalım ve aynı şekilde yürüyelim. "

Biliyorsunuz AB’nin sinsi düşmanlıklarından biri de Türk milletinin birlik ve beraberliğinin çimentosu olan Atatürkçülüğe ve O’nun ilke ve inklâplarına karşı çıkması. Bu da Vural Savaş’ın ifade ettiği gibi iki yüzlü ve soysuzluğunu ifade etmekte.

Bu nedenle AB üyeliğinde bilinçsizce ısrar edenlere de Atatürk'ün bir başka önemli sözünü daha hatırlatmayı görev sayıyorum;

" Ben yaşabilmek için mutlaka bağımsız bir milletin evladı kalmalıyım. Bu sebeple milli bağımsızlık bence bir hayat meselesidir. Millet ve memleketin menfaatleri icap ettirirse, insanlığı teşkil eden milletlerden her biriyle medeniyet icabı olan dostluk ve siyaset münasebetlerini büyük bir hassasiyetle takdir ederim. Ancak, benim milletimi esir etmek isteyen herhangi bir milletin, bu arzusundan vazgeçinceye kadar, amansız düşmanıyım."

E.Posta- hulusisenel@yahoo.com

............................................................

SEVDİĞİM SÖZCÜK -

“ Önce doğruyu bilmek gerekir; doğru bilinirse

yanlışda bilinir, ama önce yanlış bilinirse doğru bilinmez.”





*********



BİZ SUSTUKÇA DÜŞMANLAR KONUŞUYOR

                                Hulusi ŞENEL

Sevgili okuyucular,

Tarihçiler Ermeni Diasporası’nın Türkiye ve Türkler aleyhindeki propagandasının özellikle Amerika’da en kesif olduğu tarihin 1923 yılı olduğunu söylemekteler. Nitekim bu propagandalar sırasında Aram Andonian’ın yayınladığı ” Katledilen Ermeniler ” isimli güyâ resmi dokümanlara dayandığı iddia edilen kitap bir çok kişiyi inandırdı. Gerçi bu kitapta yer alan belgelerin  tamamen sahte olduğu açıklansa da atı alan böylece Üsküdar’ı geçmiş oldu.

Bakınız bu yalanlara inanmış olanlardan Amerika’da muteber bir din adamı Türklerle ilgili ön yargısını nasıl anlatıyor;  ” Türkler hakkında hakikati duymak istemiyorum, ben onlar hakkındaki kanaatimi çoktandır değiştirdim.”

Batıda yıllardır devam eden Türk düşmanlığı insanların zihinlerine öyle yerleşmiş ki, bunu öyle oturduğumuz yerden, sözde soykırım gündeme geldiği zaman  laf ebeliği yapmakla silmek mümkün değil.

Türkler aleyhinde yapılan propagandaların en önemli sebeblerinden biri de; batılıların Çanakkale ve Kurtuluş savaşlarında  uğradıkları mağlubiyetin verdiği aşağılık kompleksi ve parçalanmış olduğuna inandıkları Osmanlı İmparatorluğunun ata diyarı Anadoluda Mustafa Kemal Atatürk tarafından  yeniden bir Türk devletinin kurulması karşısında duydukları şaşkınlık…

Batıda yerleşmiş olan Türk düşmanlığıyla ilgili propagandaları öyle oturduğumuz yerden birkaç kelime  laf ebeliği yapmakla ortadan kaldırmak mümkün değildir. Bu nedenle karşı atağa geçmek şart. Çünkü, biz sustukça onlar-düşmanlar konuşuyor…

Propagandalar doğru veya eğri olsun bilinçli ve devamlı yapıldığı zaman tesirli olur. Nitekim ABD Başkanı Coolidge’in propagandanın önemiyle ilgili şu sözleri bunu kanıtlıyor; ” Propaganda, olayların bazı kısımlarını aksettirmeye, birbirleriyle irtibatlarını kesmeye çalışır. Propagandanın gayesi, işi basitleştirmektir. Propagandayla görevli teşekküllerin ve haber organlarının gayesi, kabul edecekleri yöntemlerle uzun bir süre, devamlı tekrarlamalarla, gerçekleri çarpıtan bir düşünüş yaratmaktır. Propagandacı, halkın esasen inanmaya davet edildiği hususlara uyacağı için inanılabilecek basit tasvirler ve hayaller yaratır.”

Sonuçta batı ülkelerinde yapılan her türlü  ve sözde Ermeni ve Pontus Rum soykırımları ilgili Türk düşmanlığı  propagandalarına sessiz kalmak geleceğimiz için tehlikedir. “ Su uyur, düşman uyumaz “ ata sözü ile Atatürk’ün  “ Düşmanım, düşmanlığından vazgeçinceye kadar, ben de onun amansız düşmanıyım ” sözü daima hatırımızda olmalı.



.*  *  *


AVUSTRALYA YERLİLERİ ABOROJİNLER



Avustralya kıtasının asıl sahipleri olarak bilinen Aborojinler, uğradıkları haksızlıklar nedeniyle isyan edip ; “ - Kendi topraklarımızda-ülkemizde sonradan gelen beyazlar tarafından adeta sirk maymunlarına, palyoçalarına döndürüldük. Beyaz insanlar, topraklarımızı işgal ettikleriyle yetmiyormuş gibi birde kültürümüzle para kazanıyorlar.Bizlerin elini,yüzünü boyayıp,borumuzu öttürtüyorlar! Ama bundan böyle bizleri kullanamayacaklar.Kendi kültürümüzü kendimiz yaşayacağız kendimiz tanıtacağız “ diyorlar.





Araştırmalara göre, 60 bin yıl öncesinden bu yana Avustralya kıtasında sadece Aborojinlerin yaşadığı ve bu kıtanın gerçek sahibininde Aborojinlerin olduğu anlaşılıyor. Ancak 1770 yılında İngiliz seyyah Kaptan Cook’un bu kıtayı keşfetmesi ile kıta toprakları bu tarihten sonra beyaz insanların eline geçiyor.





Türk atasözü örneği ‘Dağdan gelip bağcıyı kovma’ misali  beyazlar kıtanın güzel, yaşanabilecek ve verimli bölgelerindeki siyah yerlileri ya iç kısımlara sürüyor ya da acımasızca öldürüyorlar. Hatta 1850 yılında kıtanın güneyindeki Tasmanya adasında 5000 Aborojin yerlisinin, bazı maceraperest insan-kelle avcılarına kelle başına 25 cent verilerek acımasızca öldürüldükleri de belgelerde yer alıyor.Bu olay bir çok kimse tarafından acımasız bir katliam-soykırım olarak ifade ediliyor.





1770 li yıllarda Avustralya’da bir milyona yakın Aborojin yerlisinin yaşadığı tahmin ediliyormuş.Bugün ise Avustralya’da Aborijin nüfusunun 300 bin civarında olduğu söylendiğine göre, geçen iki asır içinde ne kadar yerli katliamı yapıldığını varın siz hesaplayın.





BEYAZLAR ÖZÜR DİLEDİ




13 Şubat 2008  Avustralya için tarihi bir gün oldu. Avustralya yerli halklarından geçmişte onlara yapılan her türlü yanlış ve kötü davranışdan dolayı devrin Federal Avustralya Başbakanı Kevin Rudd ÖZÜR diledi.



Başbakan Kevin Rudd’ın özür konuşmasından bazı bölümler:

 “…… Bizler daha önceki Parlemento ve hükümetlerin uyguladıkları yasalar ve politikalar sonucu yurtaşımız olan diğer Avustralyalılara büyük acılar, kayıplar yaşattığımız için özür diliyoruz.



Bizler özellikle Aborjin ve Torres Strait adaları çocuklarını zorla ailelerinden uzaklaştırdığımız için özür diliyoruz.

Çalınmış Kuşakların çektiği acı, keder ve yaralanmadan dolayı, onların geride bıraktıkları ailelere ve onların çocuklarına “ÖZÜR DİLERİM” diyoruz.



Annelere, babalara, kız ve erkek kardeşlere, onları birbirlerinden, ailelerinden ve toplumlarından ayırdığımız için “ÖZÜR DİLERİM” diyoruz.



Ve, bu mağrur halk ve mağrur kültürü, aşağılayıcı, küçük düşürücü  durumlar içine soktuğumuz için “ÖZÜR DİLERİM” diyoruz.



Biz, Avustralya Palementosu, ulusumuzun sağaltımı amacıyla saygıyla sunulan özürümüzün  kabul edilmesini rica ediyoruz.”

........



Aborojin yerlilerinin çoğu ilk çağlardaki gibi,ilkel yaşamlarına devam ediyorlar.Bunlar daha çok kıtanın batı ve kuzey bölümlerinde yaşıyorlar.Her ne kadar bazıları aldıkları bir takım eğitimlerle,bugünkü çağ’a, beyazlara uyum sağlamış,belli yerlere gelmiş olsalarda sayıları çok az.



Son zamanlarda bazı Aborijin kabile liderleri, hükümetlere baskı yapıp,sosyal ve kültürel haklar yanı sıra kendi yaşadıkları topraklardan çıkarılan madenlerin satışından özel fon alsalarda,işin kaymağını yine bu toplumu kullanan lider konumundaki kimselerin yediği söyleniyor. Çünkü federal ve eyalet hükümetleri yerliler için büyük bütçeler ayırsalarda, yerliler halâ büyük bir yoksulluk,sefalet ve sigara, alkol gibi uyuşturucu bataklığından kurtulamıyor.



Kurtuluşu müslümanlıkta

bulanlarda var



25 milyon nufuslu Avustralya’da hıristiyanlıktan sonra ikinci büyük din müslümanlık. Müslüman topluluk 67 ülkeden gelen göçmenlerden oluşuyor. Avustralya’ya ilk gelen müslümanlar ise zamanın Osmanlı tebaasındaki Afganlılar.1800 li yıllarda gruplar halinde Avustralya’ya gelen Afganlılar, beraberlerinde getirdikleri develerle nakliye işlerinde çalışıyorlar.Güney Avustralya eyalet başkenti Adelaide şehri ile Kuzey Toprakları eyaleti başkenti Darwin şehri arasındaki demiryolu hattının yapımındaki malzemeleri develerle taşıyorlar.



Afganlılar bir taraftan dinlerini korurlarken bir taraftan da evlendikleri kadınlara, doğan çocuklarına müslümanlığı aşılıyorlar. Bugün çok sayıda Aborijinin müslümanlığı yaşadığı ve kurtuluşu bu din de bulduğu söyleniyor.





. *  *  *


AVUSTRALYA YERLİLERİ ABOROJİNLER



Avustralya kıtasının asıl sahipleri olarak bilinen Aborojinler, uğradıkları haksızlıklar nedeniyle isyan edip ; “ - Kendi topraklarımızda-ülkemizde sonradan gelen beyazlar tarafından adeta sirk maymunlarına, palyoçalarına döndürüldük. Beyaz insanlar, topraklarımızı işgal ettikleriyle yetmiyormuş gibi birde kültürümüzle para kazanıyorlar.Bizlerin elini,yüzünü boyayıp,borumuzu öttürtüyorlar! Ama bundan böyle bizleri kullanamayacaklar.Kendi kültürümüzü kendimiz yaşayacağız kendimiz tanıtacağız “ diyorlar.



Araştırmalara göre, 60 bin yıl öncesinden bu yana Avustralya kıtasında sadece Aborojinlerin yaşadığı ve bu kıtanın gerçek sahibininde Aborojinlerin olduğu anlaşılıyor. Ancak 1770 yılında İngiliz seyyah Kaptan Cook’un bu kıtayı keşfetmesi ile kıta toprakları bu tarihten sonra beyaz insanların eline geçiyor.



Türk atasözü örneği ‘Dağdan gelip bağcıyı kovma’ misali  beyazlar kıtanın güzel, yaşanabilecek ve verimli bölgelerindeki siyah yerlileri ya iç kısımlara sürüyor ya da acımasızca öldürüyorlar. Hatta 1850 yılında kıtanın güneyindeki Tasmanya adasında 5000 Aborojin yerlisinin, bazı maceraperest insan-kelle avcılarına kelle başına 25 cent verilerek acımasızca öldürüldükleri de belgelerde yer alıyor.Bu olay bir çok kimse tarafından acımasız bir katliam-soykırım olarak ifade ediliyor.



1770 li yıllarda Avustralya’da bir milyona yakın Aborojin yerlisinin yaşadığı tahmin ediliyormuş.Bugün ise Avustralya’da Aborijin nüfusunun 300 bin civarında olduğu söylendiğine göre, geçen iki asır içinde ne kadar yerli katliamı yapıldığını varın siz hesaplayın.



BEYAZLAR ÖZÜR DİLEDİ



13 Şubat 2008  Avustralya için tarihi bir gün oldu. Avustralya yerli halklarından geçmişte onlara yapılan her türlü yanlış ve kötü davranışdan dolayı devrin Federal Avustralya Başbakanı Kevin Rudd ÖZÜR diledi.



Başbakan Kevin Rudd’ın özür konuşmasından bazı bölümler:

 “…… Bizler daha önceki Parlemento ve hükümetlerin uyguladıkları yasalar ve politikalar sonucu yurtaşımız olan diğer Avustralyalılara büyük acılar, kayıplar yaşattığımız için özür diliyoruz.



Bizler özellikle Aborjin ve Torres Strait adaları çocuklarını zorla ailelerinden uzaklaştırdığımız için özür diliyoruz.

Çalınmış Kuşakların çektiği acı, keder ve yaralanmadan dolayı, onların geride bıraktıkları ailelere ve onların çocuklarına “ÖZÜR DİLERİM” diyoruz.



Annelere, babalara, kız ve erkek kardeşlere, onları birbirlerinden, ailelerinden ve toplumlarından ayırdığımız için “ÖZÜR DİLERİM” diyoruz.



Ve, bu mağrur halk ve mağrur kültürü, aşağılayıcı, küçük düşürücü  durumlar içine soktuğumuz için “ÖZÜR DİLERİM” diyoruz.



Biz, Avustralya Palementosu, ulusumuzun sağaltımı amacıyla saygıyla sunulan özürümüzün  kabul edilmesini rica ediyoruz.”

........



Aborojin yerlilerinin çoğu ilk çağlardaki gibi,ilkel yaşamlarına devam ediyorlar.Bunlar daha çok kıtanın batı ve kuzey bölümlerinde yaşıyorlar.Her ne kadar bazıları aldıkları bir takım eğitimlerle,bugünkü çağ’a, beyazlara uyum sağlamış,belli yerlere gelmiş olsalarda sayıları çok az.



Son zamanlarda bazı Aborijin kabile liderleri, hükümetlere baskı yapıp,sosyal ve kültürel haklar yanı sıra kendi yaşadıkları topraklardan çıkarılan madenlerin satışından özel fon alsalarda,işin kaymağını yine bu toplumu kullanan lider konumundaki kimselerin yediği söyleniyor. Çünkü federal ve eyalet hükümetleri yerliler için büyük bütçeler ayırsalarda, yerliler halâ büyük bir yoksulluk,sefalet ve sigara, alkol gibi uyuşturucu bataklığından kurtulamıyor.



Kurtuluşu müslümanlıkta

bulanlarda var



25 milyon nufuslu Avustralya’da hıristiyanlıktan sonra ikinci büyük din müslümanlık. Müslüman topluluk 67 ülkeden gelen göçmenlerden oluşuyor. Avustralya’ya ilk gelen müslümanlar ise zamanın Osmanlı tebaasındaki Afganlılar.1800 li yıllarda gruplar halinde Avustralya’ya gelen Afganlılar, beraberlerinde getirdikleri develerle nakliye işlerinde çalışıyorlar.Güney Avustralya eyalet başkenti Adelaide şehri ile Kuzey Toprakları eyaleti başkenti Darwin şehri arasındaki demiryolu hattının yapımındaki malzemeleri develerle taşıyorlar.



Afganlılar bir taraftan dinlerini korurlarken bir taraftan da evlendikleri kadınlara, doğan çocuklarına müslümanlığı aşılıyorlar. Bugün çok sayıda Aborijinin müslümanlığı yaşadığı ve kurtuluşu bu din de bulduğu söyleniyor.

..

*  *  *

ATATÜRK VE ATATÜRKÇÜLÜK
KARŞITLARI





                                                     Hulûsi ŞENEL



Sevgili okuyucular,

Batılıların Türkiye'nin altını oymak için içimizdeki işbirlikçilerle birlikte sürdürdüğü Atatürk ve Kemalizm düşmanlığına en güzel cevabı her zaman olduğu gibi Ata'sına sahip çıkan Türk milleti çok güzel vermekte. Sonra Atatürk'ü bizim kadar seven ve çok iyi tanıyan bazı aklı selim batılı aydınlar hatta milletlerde var. Örneğin Malezyalılar, Hindistanlılar, Kübalılar, Çinliler, Pakistanlılar, Bangladeşliler…



Yapılan istatistiklere göre her yıl yüzbinlerce kişi Anıt Kabiri ziyaret etmekte. Ve bu ziyaretler her geçen yıl artmakta. Bundan anlaşılan şu; Türk milleti Ata'sını seviyor ve sayıyor aynı zamanda ilke ve inkilâplarına-devrimlerine sahip çıkıyor.



Ancak üye olmaya çalıştığımız AB ve Amerika, bu işin sarpa sardırdığı yetmiyormuş gibi bir de Atatürk'ü dillerine doluyorlar. ve Türkiye'de Atatürkçülüğün yok edilmesini istiyorlar.



Bir zamanlar Türkiye-Avrupa Karma Parlamentosu Eşbaşkan Yardımcısı Andrew Duff, Atatürk'ü hedef alarak şöyle demişti:

" Devlet dairelerine Atatürk'ün resimlerini asarak AB'ye giremezsiniz. Kemalizm eskidi. Devlet dairelerine Atatürk'ün resimlerini asarak yapamazsınız. Kemalizm milliyetçiliği artık eskidi. Reforme edilmesi gerek."



Daha sonra  Avrupa Parlamentosu Dışişleri Komisyonunun hazırladığı bir karar tasarısında da, Atatürkçülük hedef alınmış ve bu kararda şu şatırlar yer almıştı, "Atatürkçülük-Kemalizm felsefesi, Türkiye'nin AB'ye katılımına köstek oluşturuyor ." .



AP-Avrupa Parlamentosu Yeşiller Grubu üyesi Daniel Cohn-Bendit’de, "AB'ye katılmak Atatürkçülüğün-Kemalizm'in sonu olabilir " şeklinde bir  uyarı açıklaması yapıyor.



Bütün bunlar gösteriyor ki, özellikle AB, Türkiye üzerindeki sinsi düşünceleri, faaliyetleri için Atatürkçülüğü ve Atatürkçüleri kendine engel görüyor. Resmi kurumlardaki asılı Atatürk posterlerinden bile rahatsız olabiliyor. Bu konuda batıya/avrupaya büyük destek verenler içimizdeki batılıların uşağı durumundaki bir takım  aydın, dindar  ve siyassetçi grupları oluyor.



ATATÜRK KARŞITINA FRANSIZIN CEVABI

Yukarıda Atatürk’e değer veren bazı aydınların olduğunuda ifade etmiştik. İşte bunlardan biride Alexandre Adler isimli bir Fransız aydındır. Bir süre önce Fransa'nın başkenti Paris'te 10. Abant Platformu toplantısı yapılmıştı. Bu toplantının ikinci gününde Türk ve Fransız aydınlar arasında "Atatürkçülük-Kemalizm" tartışması yapılır. Ali Bulaç isimli  sözde aydın, dindar Atatürk karşıtı, o gün Avrupalı aydınlara,

" Bizi Avrupa süzgecinden geçiriyor, din adına yaşadığımız acıları hiç sormuyorsunuz. Bizim için biçtiğiniz tek model Kemalist modernleşme. Bu tavrınız beni hayal kırıklığına uğrattı " şeklinde bir eleştiri yapınca Fransız aydın öfkeli bir şekilde Bulaç’a şunları söyler, "Bugün sizde Avrupalı olma isteğini oluşturan padişah veya halife değil Mustafa Kemal'dir. Onun idealleriyle Osmanlı sonrası yeniden bir devlet kurdunuz. Modern Türkiye'yi bugüne getiren Mustafa Kemal'dir. "



Böylece Atatürk'e ve yaptığı inkilâplara-devrimlere karşı olan Bulaç'a hak ettiği cevabı Abant Platformu'nda bulunan, Atatürk'ün kurduğu cumhuriyette yetişen sözde aydınlar, dindarlar hatta akademisyenler değil bir Fransız verir.

 …….



ARAMIZA NİFAK TOHUMLARI EKİLİYOR

Sevgili okuyucular,

 Bir başka yazımda Aristo'nun Büyük İskender'e yaptığı bir tavsiyesini sizlere iletmiştim ama unutmuş veya okumamış olanlar için ve konumuza uygun olması nedeniyle bir daha aktarmayı faydalı buluyorum.



Büyük İskender zaptettiği topraklardaki insanları tahakküm altında tutabilmek için Aristo'ya şöyle bir mektup yazar ve tavsiyelerini ister;

“Sevgili Aristo,

Zaptettiğim topraklardaki insanları tahakkümüm altında tutabilmek için neler yapmalıyım? Ülkenin ileri gelen insanlarını sürgüne mi göndereyim, hapse mi atayım, kılıçtan mı geçireyim? "

Aristo Büyük İskender'e şu tavsiyeyi yapar;

" Büyük Komutan,

İnsanların arasına nifak tohumları ekeceksin. Birbirleriyle savaşınca hakem olarak kendini kabul ettireceksin. Ama anlaşmalarına giden bütün yolları tıkayacaksın."



İşte batılıların yaptıklarıda bu.  Türkiye'yi AB'ye alacağız diye kandırmakta, işbirlikçilerinin  yardımlarıyla halkımız arasına nifak tohumları ekerek Atatürk devrimlerini, ilkelerini ve Atatürkçülüğü yok etmeye, Türk milletini etnik/ırk, din, mezhep, laik, anti laik ayrımı ile parçalamaya-bölmeye hatta iç savaşa sürüklemeye çalışmaktalar.

…….



PEKİ ATATÜRKÇÜLÜK NEDİR?

Atatürkçülük Atatürk’ün yaptığı inkilâplarla ve ilkeleri ile ortaya koyduğu yeni düşünce sistemidir. Atatürk; “yenilikler Türk milletinin yapısına ve karakterine uygun olmalıdır” demiş ve bugün taklitçiliğe dönüşen batılılaşmayı reddetmiştir.



Atatürk; tamamen milli değerlerimizi ve kendi imkanlarımızı kullanarak meselelerimize çare bulunmasını istemiş ve “ Başka vücutlar için biçilmiş elbise bize uymaz “ demiştir.



Atatürkçülük; bir toplumun süratle kalkınmasını, ileri hamleler yapmasını amaçlayan bir düşünce sistemi olup, dayandığı temel prensip gerçek ilimdir.

Atatürkçülük: ölmez bir hedef, yükselen bir şereftir.

Atatürkçülük; hiçbir siyasi akım veya yabancı ideoloji ile bağdaşmaz.

E.Posta- hulusisenel@yahoo.com

...........................................................................................



SEVDİĞİM SÖZCÜK: “ En kötü zaman aptalların

konuşup, akıllıların sustuğu zamandır.”




.*  *  *AB-D TÜRK VE ATATÜRK DÜŞMANIDIR, ÇÜNKÜ...



                                                    Hulusi ŞENEL



Sevgili okuyucular,

PKK’lı teröstleri aralarında barındıran, her türlü yardımı yapan  Barzani ve Talabani ikilisinden her zaman şikayetçi olur ve onlardan bu terör gruplarını, liderlerini Türkiye’ye teslim etmelerini isteriz. Bu konuda yardım için de yanlış kapı çalıp, Amerika’dan yardım talep ederiz. Ama nafile.



Çünkü Amerika-Bush, Türkiye’den, Irak’tan, İran’dan ve Suriye’den alınacakl topraklarla bir Kürt devleti kurmak ve Kürtleri de kendisine hizmet edecek bir ırgat topluluğu  yapmak istiyor. Bir zamanlar komünist Sovyetler Birliği-Stalin’de Kürtleri kullanarak Irak’ı bölüp güney denizlerine açılmak istiyordu.



BölgedeTürkiye’nin askeri ve savaş gücünü bilen Amerika- Bush, bu gücü kırmak ve Türkiye’yi Yugoslavya gibi küçük parçalara bölmek istiyor. Komünist rejimin hakim olduğu Sovyetler Birliği zamanında Türk Silahlı Kuvvetlerine ihtiyacı olan Amerika, o tarihlerde Türkiye ile sıkı işbirliğine girişmiş, NATO üyesi olmasını desteklemişti.



Şimdi komünizm tehlikesinin ortadan kalkması ile tavır değiştiren Amerika, Türkiye’yi bu bölgede kendisine karşı bir güç olarak görmeye başladı. Çünkü Amerika çıkarlarını korumak için Amerikan çıkarlarının önüne kimse taş koymamalı. Bu taşta Türkiye olduğuna gore, o taş ya parçalanmalı ya da bir yerlere yuvarlanmalı…



…………



Bizde bir söz vardır ‘ Türkün Türkten başka dostu yoktur ’ diye. Bu söz bazılarınca hafife alınır hatta söylendiğinde alay konusu olur. Aslında doğru söylenmiş bir sözdür.



Yüzyıllarca korumamız altında rahat bir yaşam süren ve ‘ din kardeşi’ dediğimiz arap dünyası bile Osmanlıya karşı batılılarla işbirliği yapıp bizi arkamızdan vurmadı mı ?



Onların bize karşı olan kıskançlıkları, düşmanlıkları bugünde devam ediyor. Türk düşmanı Rumlarla, Ermenilerle ve batı dünyası ile işbirliği ve ağızbirliği yapıyorlar. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni batılılar istemiyor diye tanımıyorlar.



Amerika Türkiye’ye ne kadar dost görünse de onun dostluğu da güven vermiyor. En basit örneği; PKK meselesi. PKK’yı işgalden bu yana kontrolu altındaki K.Irak topraklarından korumadı mı ? Türkiye’nin PKK’nın saldırılarını önlemek için K.Irak’a girmesine izin verdi mi ?..



Tarih sayfalarına girdiğinizde, Avrupa ülkeleri gibi Amerika’nın Türklere-Türkiye’ye karşı hasmane tutumu hatta  parçalama planları çok eskilere dayanır. Amacı Türkiye’nin gücünü kırmak, ülkeyi parçalamak. Bunun için de Türk milletini birbirine bağlayan, perçinleyen Atatürkçülüğü önünde en büyük engel olarak görür.



İnanmayanlar varsa CIA’nın önemli adamlarından Paul Henze’nin 1933 yılında hazırladığı  raporu temin edip okusunlar. Raporda yer alan ve buraya aktardığım bölümleri herkes dikkatle okumalı.



Paul Henze, 1933 yılında  “ 21. Yüzyıla Doğru Türkiye ” başlığıyla bir rapor hazırlar ve raporda şu görüşlere yer verir ;



-Atatürk ilkeleri soğuk savaş döneminde görevini yapmıştır; ama yeni dünya düzeni ile birlikte gerekliliği  kalmamıştır. “ Klasik Atatürkçülük ” ölmüştür.



-İran ve Arap parası ile desteklenen köktendincilik, Türkiye için ciddi bir tehlike değildir..

-Atatürk’e “deccal ” diyen Said-i Nursi ve Nurcular, Nakşibendiler,  Amerikanın Orta Asya Türk cumhuriyetleri ile bağlantısını sağlayabilirler...“



…………



Aklı selim herkes biliyor ki, AB, Türkiyenin mülüman bir ülke olması nedeniyle üyeolmasını istemiyor. Ama  üye yapacağız yalanıyla ülkemizi zayıflatmak, parçalamak için neyin nesi ise ‘ devamlı „ reform yapsın’ diye tutturuyor. Yapılması istenen reformlarda ;



-Atatürkçülüğü ve O’nun getirdiği inkilâpların yok edilmesini,

-Güneydoğu’nun Kürdistan’a, Kıbrısın Rumlara verilmesini,

-Kerkük Türklerinin Barzani ve Talabani’nin yönetimine-insafına bırakılmasını,

-Askerin siyasete karışmasının önlenmesini...“ istiyor.



*   *  *



KKTC’ Nİ TANIMAYAN SÖZDE DİN KARDEŞLERİMİZ



Biliyorsunuz, 1960’lı yıllarda Kıbrıs’ta Rumlar Türklere işkence, katliam yaparlarken din kardeşi dediğimiz hiç bir müslüman ülke tepki göstermedi,yukarıda ifade ettiğimiz kurulan K.K.T.C’ni de tanımadılar.



-Saddam zamanı zulme, katliama  uğrayan  Türkmen kardeşlerimize de hiçbir  müslüman ülke sahip çıkmadı. Terör örgütü PKK’nın lideri Apo, Suriye tarafından yıllarca barındırıldı ve korundu.



-Bir çok arap şeyhi Ermenistan’a gidip, Ermenilerle ağız birliği yaptı ve Türklerin Ermenilere soykırım yaptığını söylediler.



Şimdi soruyorum; Kim bizim dostumuz, kim bizim din kardeşimiz ? İran mı, Arabistan mı, Suriye mi, Mısır mı, Libya mı, Ürdün mü, Lübnan mı ?..



………



OKUYUCULARA BİR NOT- Sevgili okuyucular, bugün imamların, molların yönetiminde olan İran’daki yaşamın iç yüzünü öğrenmek istiyorsanız gazeteci Rabia Özen Kazan’ın İran’ da yaşadıklarını, gördüklerini ve duyduklarını anlatan ‘ Tahran Melekleri ‘ adlı kitabını mutlaka temin edip okumanızı tavsiye ediyorum.



E.Posta- hulusisenel@yahoo.com
…………………………………………

SEVDİĞİM SÖZCÜK



‘ Şeytanlar imansızların dostudur ‘



............







TÜRK BİRLİĞİNE KARŞI ÇIKAN LİBOŞLAR !..

                                                              Hulusi ŞENEL
Sevgili okuyucular,

Türkiye’nin dışında; dünyada milyonlarca soydaşımız yani kardeşlerimiz var. Bunlar ağabey durumundaki Türkiye’de unutulmuş durumdalar. Bu çok acı ve çok üzücü bir vefasızlıktır. Türk Milleti, sadece Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarından ibaret değildir. Kendimizden başka Türkün-lerin var olduğunu ne yazık ki, Atatürk’ün vefatından sonra unuttuk. Halbuki, Çin Seddinden Adriyatik'e, Avrupa'dan Amerika, Avustralya, YeniZelanda ve Afrika'ya kadar büyük coğrafyada sayısı 350 milyonu aşmış büyük  bir Türk topluluğu var. Bu büyük topluluğu birbirine unutturmak ve kucaklaştırmamak için bir çok oyunlar oynanmakta bu oyuna bazı siyasiler, aydınlar, bilim adamları  da ortak olmakta

Öyleki Türk düşmanı dış güçler ve onların içimizdeki işbirlikçileri, “ Türk “ denildiğinde hemen alaya almaya başlıyor, manâsını bile bilmedikleri Turancılıkla ( onlara göre kafatasçı )  suçluyor, ırkçı faşist damgasını yapıştırıyorlar. Onlara göre İnsanın kendi milletini sevmesi ve kardeşini düşünmesi, özlemesi, yardımına koşması suç oluyor.

Türk olmanın ve Türk birliğini savunanların karşısında olanlar ise kimli yitirmiş liboşlar, çağ dışı kalmış  bedevi Arap, Humeyni yandaşları-yalakaları. Bunlar medya organlarında, bir takım üniversitelerde hasbel kader köşe kapmış veya bir takım güçler tarafından paraşütle oralara  düşürülmüş kimseler.

Türk birliğine lakayt kalan siyasileri de unutmamak gerek. Türk milletini temsilen meclisi dolduran 550 kişi ne Türkiye’deki ne de diğer coğrafyadaki Türklerin meselelerine-sorunlarına eğilmekteler. Bütün yaptıkları seçildikleri parti liderlerinin emirlerini yerine getirmek...

Balkanlarda, Orta Asya’da, Ortadoğu’da ve Doğu Asya’da-Çinde milyonlarca soydaşlarımız var... Doğu Türkistanlı kardeşlerimiz Çin’in komünist-dikta rejiminin ayakları altında eziliyor, asimile ediliyor kimsed ses yok.. Irak’ta bir avuç Peşmerge denilen mağara insanları dünün Stalin ve bugünün Bush uşakları Türkmenlere yapmadıkları eziyeti bırakmıyorlar.  Bir zamanlar aynı eziyetleri, katliamları Balkanlarda ve Yunan adalarında ve Kıbrısta yaşayan kardeşlerimizde yaşamışlardı.

............

Aslında Atatürk bir süre daha ömrü yetip yaşamış olsaydı  Türkler böyle zulümlerle karşılaşmaz ve de Batı Trakya, Ege adaları, Kıbrıs, Musul ve Kerkük milli sınırlarımız içinde  olurdu. Türkiye büyük ve güçlü bir devlettir. Ama  bu güçlü ülkeyi yönetenler ise  AB’ye üye olmak için milletimize yapılan hakaretlere; kapılarından içeri girmeye çalışan köpeğe  benzetmelerine bile sessiz kaldılar-kalmaktalar. Türkiye’nin arayıp sormadığı Türkiye dışındaki  Türkler son üç yüz yıl içinde 150 milyon kardeşini soykırım ve katliamlarda kaybettiler. Bana kalırsa Azerbaycan devlet eski başkanı Elçibey'in  " Türk'e Türk'ü tanış etmek gerektir " sözünü her zaman hatırlamamız gerekiyor.

*      *     *

ATATÜRKÜN TÜRK BİRLİĞİNE BAKIŞI

Şimdi de İsmet Bozdağ’ın  “ Atatürk’ün Avrasya Devleti “kitabından Atatürk’ün Türk Birliği’ ne bakışını anlatan bir anısını sizlere özetleyerek nakledeceğim.

“... 1933 yılı 29 Ekim gecesi, herkes Cumhuriyet'in 10. yılını kutluyor. Atatürk  yabancı diplomatlara verdiği yemekten sonra Ziraat Bankası'nın balo salonuna gider. Atatürk halkıyla sohbet etmeyi çok sevdiği için sandalye ve masa ister ki isteyenler O’na sorularını sorabilsinler. Soru sormak için gelen kişilerden biri Zeki isimli 25 yaşlarında bir doktordur. Şunu sorar;



-Paşam, saltanatı kaldırdık, hilafeti meclisin manevi şahsiyetinin içine aldık. Ama bir de Milletlerin babadan-oğula sıçrayan uzun vadeli idealleri vardır. Siz bize böyle bir ideal aşılamadınız ! Yahut benim bundan haberim yok ! Bunu bize açıklar mısınız ?”



Atatürk bu soruya şöyle cevap verir;



“ Bunlar vicdanımıza yazılmış gerçeklerdir; konuşulmaz, yaşanır !  Elbet bu milletin bir ülküsü olacaktır ama bu ülküler devletler tarafından açıklanmaz; Millet tarafından yaşanır Ben Devlet Başkanıyım. Sorumluluklarım vardır. Bu sorumluluklarım altında konuşamam. Bu konuda genç arkadaşlarımla ayrıca konuşacağım.”  Atatürk daha sonra Dr. Zeki'yi yanına alarak bir odaya geçer. Atatürk karşısında oturan Dr. Zeki'ye sorar:

 -Benim arkamdaki haritayı görüyor musun ?

 -Evet Paşam.

 -O haritada Türkiye'nin üstüne abanmış bir blok var, Onu da görüyor musun ?

 -Evet, görüyorum Paşa Hazretleri

 - Hah. İşte o ağırlık benim omuzlarım üstündedir. Omuzlarım üstünde olduğu için, ben konuşamam ! Düşün bir kere.. Osmanlı imparatorluğu ne oldu ? Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ne oldu ? Daha dün bunlar vardılar.. Dünyaya hükmediyorlardı ! Avrupa'yı ürküten Almanya'dan bugün ne kaldı ?.. Demek hiçbir şey sür-git değildir ! Bugün ölümsüz gibi görünen nice güçlerden, ileride belki pek az birşey kalacaktır. Devletler ve Milletler, bu idrakin içine olmalıdırlar.



Bugün Sovyetler Rusya dostumuzdur, komşumuzdur, müttefikimizdir.. Devlet olarak bu dostluğa ihtiyacımız var ! Fakat yarın ne olacağını kimse kestiremez. Tıpkı Osmanlı İmparatorluğu gibi, tıpkı Avusturya-Macaristan İmparatorluğu gibi parçalanabilir ! Bugün elinde sımsıkı tuttuğu Milletler, avuçlarından sıyrılabilirler.. Dünya yeni bir dengeye ulaşabilir !. İşte o zaman Türkiye, ne yapacağını bilmelidir !



Bizim bu dostumuzun yönetiminde dili bir, inancı bir, özü bir kardeşlerimiz vardır. Onları arkalamaya-desteklemeye hazır olmalıyız ! "Hazır olmak" yalnız o günü susup beklemek değildir, "hazırlanmak lazımdır". Milletler, buna nasıl hazırlanırlar ? Manevi köprülerini sağlam tutarak ! Dil bir köprüdür, inanç bir köprüdür, tarih bir köprüdür !



Bugün biz , bu toplumlardan dil bakımından, gelenek, görenek, tarih bakımından ayrılmış, çok uzağa düşmüşüz!. Bizim bulunduğumuz yer mi doğru, onlarınki mi ? Bunun hesabını yapmakta fayda yoktur !. Onların bize yaklaşmasını bekleyemeyiz; Bizim, onlara yaklaşmamız gerekli...



Tarih bağı kurmamız lazım.. Kültür bağı kurmamız lazım .. Dil bağı kurmamız lazım.. Bunları kim yapacak ? Elbette Biz.. Nasıl yapacağız ?. İşte görüyorsunuz , "Dil Encümenleri" , "Tarih Encümenleri" kuruluyor. Dilimizi, onun diline yaklaştırmaya, tarihimizi ortak payda haline getirmeye çalışıyoruz. Böylece, birbirimizi daha kolay anlar hale geleceğiz.



Bir sevgi parlayacak aramızda, tıpkı bir vücut gibi, kaderde ve mutlulukta birbirimizi duyacağız ve arayacağız. Ortak bir dil amaçladığımız gibi, ortak bir tarih öğretimiz olması gerekli.. Ortak bir mazimiz var, bu maziyi, bilincimize taşımamız lazım. Bu sebeple okullarda okuttuğumuz tarihi Orta Asya'dan başlattık ! Bizim çocuklarımız, orada yaşayanları bilmelidirler. Orada yaşayanlar da bizi bilmeli..



İşte bunu sağlamak için de "Türkiyat Enstitüsü"nü kurduk. Kültürlerimizi, bütünleştirmeye çalışıyoruz ! Ama bunlar, açıktan yapılmaz . Adı konarak yapılacak işlerden değildir. Yanlış anlaşılabileceği gibi, savaşlara da sebep olabilir. Bunlar, Devletlerin ve Milletlerin derin düşünceleridir. Ama durmadan değişen dünyada, yarının muhtemel dengeleri için hazır olacağız. Bunları sana, akıllı bir genç olduğun için söylüyorum. Açıktan söylemiyorum, kulağına söylüyorum.. Sen bil, gerekçesini kimseye söylemeden böyle davran, çevrenin de böyle davranması için gerekeni yap ! İdealler konuşulmaz, yaşanır ! İşte senin sorunun karşılığını da böylece vermiş oldum.”



E.Posta- hulusisenel@yahoo.com

.........................................................



 SEVDİĞİM SÖZCÜK- “ Doğru şeyi bildiği halde yapmamak cesaretsizliktir “



















Yorumlar